Kusursuz İnşaatın Zaman Çizelgesi



Yumurtanın spermle döllenmesi, hücre zarındaki potansiyel elektriğin değişmesiyle başlar. Sperm hücresi ana rahminde yumurta ile birleşirken, tam o anda yumurtadaki iyon kanalları aktif hale gelir. Yumurta hücresinin zarındaki potansiyel elektriğin değişmesi sonucu, diğer sperm hücreleri içeriye giremezler. Vücudumuzdaki elektriksel denge daha yaratılışın ilk evresi olan döllenme sürecinde de çok büyük önem taşır.

Döllenmeden dokuz ay sonra, beynimizi oluşturacak nöronların çoğu uygun beyin bölgesine geçmek üzere çoğalmıştır. Hedefe vardıklarında, her bir nöron etkili bir şekilde köklerini aşağıya doğru uzatır ve sinirsel bir devre oluşturarak komşu nöronlarla iletişim kurmaya başlar.


Bir insan embriyosunda ilk belirginleşen kısım merkezi sinir sistemidir. Bu kısım daha sonra gelişerek beyni ve omuriliği meydana getirir. Döllenmeden sadece iki buçuk hafta sonra embriyo üzerinde hücrelerin kenardan içeri doğru hareket etmesi ile birlikte belli belirsiz bir çukur oluşur. Üçüncü haftaya gelindiğinde, bu çukur kapanarak sinir sistemine ait silindir bir tüp ortaya çıkarır. Embriyonun uzunluğu ise hala iki milimetreden daha azdır.

Üçüncü ya da dördüncü haftada kalp atmaya başlar, ancak bu beyinden ya da merkezi sinir sisteminden gelen uyarılar aracılığıyla olmaz. İleride kafayı oluşturacak olan, beynin hemen yanındaki bölgeden gelen uyarılar aracılığıyla atmaya başlar..

Otuz beşinci güne gelindiğinde, yetişkin bir insanda bilinçli düşüncenin merkezi kabul edilen beyin kabuğu (korteks) gözle görülebilir bir hal alır. Beyin yavaş yavaş büyümeye başlar; bu, yıllarca devam edecek olan bir sürecin başlangıcıdır. Beynin doğum anındaki kütlesi bir yetişkinin dörtte biri kadardır. Bu büyüklük kuşkusuz son derece hikmetlidir. Bu, bebeğin başının doğum anında geçebileceği büyüklüğün sınırıdır. Doğumdan sonraki altıncı ayda, bebeğin kafatası gerçek boyutunun yarısı kadar, ikinci yılın sonunda ise bir yetişkin kafasının dörtte üçü büyüklükte olur. Dördüncü yılda, insan beyni doğum sırasındakinin dört katı büyüklükte, yani 1.400 cm3 kadardır. Şuursuz hücreler yığınının, annenin vücudundan çıkabilmek için en fazla ne kadar büyümesi gerektiğini bilmesi, bunu kusursuzca ayarlaması elbette ki mümkün değildir. Buradaki şuurlu hareket, hücrelerin Rahman ve Rahim olan Allah'ın ilhamı ile hareket ettiklerinin göstergelerinden sadece biridir.


Sinir sisteminin oluşumu:

5. haftadan itibaren embriyonun üst bölümündeki hücreler, gövdenin orta hattının etrafında kalınlaşmaya başlar. Burada iki katman ve aralarında bir tüp oluşur. Bu dış bölümün, omuriliğin ve sinir liflerinin çıktığı beynin ilk halidir.

Embriyonun anne karnındaki gelişiminde 5. haftadan itibaren oluşan omurilikte, çok süratli bir şekilde saniyede 5.000 tane nöron üretilir.79 Bu bölgede daha sonra beyin oluşacaktır. Doğum anına kadar beyindeki nöronların sayısı yüz milyara ulaşır.80 Beyin hücrelerinin büyük kısmı embriyonun ilk beş ayında oluşur ve her biri doğumdan önce beyinde olmaları gereken yerde konumlarını almış olurlar. Büyük bir hızla oluşan hücreler bir süre sonra merkezi sinir sisteminin uzantılarını oluşturmak üzere, daha uzaklara göç etmeye başlarlar. Elbette ki "göç" eylemi şuursuz bir hücre için olağanüstü bir yetenektir. Bir hücrenin belli bir noktaya ilerleme ihtiyacı hissetmesi, bunun için yönünü belirlemesi, yolunu şaşırmadan bulması, gitmesi gereken yere geldiğinde ilerlemeyi durdurması son derece hayret ve hayranlık verici bir durumdur. Gözü ya da beyni olmayan yağ ve proteinden oluşan bir hücrenin kendi kendine göç etme kararı alması, üstelik bu hareketi için belli bir amaç taşıması mümkün değildir. Bu, Allah'ın üzerimizdeki hakimiyetinin bir göstergesi, ilminin detaylarının sayısız örneğinden yalnızca bir tanesidir.

Her bir nöronun, sinir sistemi içinde kendisi için ayrılmış olan hedef yerini tam olarak bulması şarttır. Bu yüzden genç nöronların yollarını bulabilmeleri için mutlaka bir rehbere ihtiyaçları vardır. Bu rehberler, omuriliğin ve beynin gelişme alanı arasında bir tür kablo şeklinde uzanan özel hücrelerdir. Nöronlar üretildikleri yerden çıkıp bu rehberlere tutunarak göç ederler ve kendileri için ayrılmış olan yerleri anlayarak, oraya yerleşirler. Hemen ardından ise uzantılar meydana getirerek diğer nöronlarla bağlantı kurarlar. Hücrelerin her biri hedefleri olan organa doğru hızla yol almaya başlar. Nöronlara bu seyahatleri boyunca, "gliyal hücre" denilen bir trilyon destek hücresi eşlik eder. Peki ama nöronlar oluşur oluşmaz böyle bir yolculuğa çıkacaklarını nereden bilmektedirler? Bu yolculuk sırasında hedeflerini bulmak için bir rehber kullanmaları gerektiğine ve birbirleriyle ne tür bir iş birliği yapacaklarına nasıl karar vermektedirler? Nöron dediğimiz varlıklar sonuçta gözle görülemeyecek küçüklükte, atomlardan ve moleküllerden oluşan hücrelerdir. Onların böylesine şuurlu bir şekilde yerleşmeleri kendi karar ve iradeleriyle gerçekleşecek bir olay değildir. Bu işlemi yöneten merkez beyin de değildir. Çünkü henüz anne karnındaki embriyonun beyni oluşmamıştır. Buradaki bilinçli davranışlar, şuurlu bir yaratılışı açıkça ispatlamaktadır.


İnsanın iletişimini sağlayan sinir sisteminin merkezindeki beyin bir insanın normal yaşantısına devam edebilmesi için doğduğu andan itibaren kusursuzca çalışır durumda olmalıdır. Bu nedenle yeni doğan bir çocuğun beynindeki nöron sayısı -aradaki bağlantıların çoğu tamamlanmamış olsa da- yetişkin birininki ile aynıdır. Ceninin gelişimi sırasında beyin günde yaklaşık 360 milyon kadar yeni hücre üretir.

Beyindeki hücrelerden bazılarının gliyal hücrelere dönüşmesi de son derece mucizevi bir durumdur. Bu hücreler, beyinde bol miktarda bulunurlar ve sayıca nöronlardan on kat fazladırlar. Gliyal hücrelerin bir türü "makrofaj" olarak bilinen ve beyinde meydana gelen bir hasardan sonra ölü hücre kalıntılarını temizlemekle görevli olan hücrelerdir. Diğer bir gliyal hücre sınıfı ise birçok nöronun etrafında, elektriksel yalıtım işlevini görecek yağlı bir tabaka oluşturur. Yıldızımsı şekli dolayısıyla astrosit diye adlandırılan ve her yerde bulunan bir gliyal hücre türü de nöronları korur. Bunlar, aşırı miktardaki toksik kimyasalları temizlemek için bir tür sünger ya da tampon işlevi görürler. Nöronlar fiilen hasar gördüklerinde, astrositler hasarın onarılmasını sağlayacak maddeleri yüksek düzeyde salgılayabilmek için, iki kat çaba harcayarak boyut ve sayı bakımından büyürler. Her biri birbirinden önemli olan bu görevleri, gözle görülmeyen boyuttaki söz konusu hücreler gerçekleştirir.

Yirminci haftaya gelindiğinde beyin korteksi (dış kısım, kabuk) ile bebeğin vücudu arasında sinirsel bağlantılar oluşur. Bundan sonraki beş hafta içinde de duyu sistemi ve beyin arasındaki bağlantılar tamamlanır.

Doğumdan sonraki ilk aylarda, beyindeki yalıtıcı miyelin maddesinde büyük bir artış görülür. Aksonlar miyelinle yalıtılır yalıtılmaz, elektrik sinyalini çok daha verimli bir şekilde taşımaya başlarlar. Hassas bir hareketi gerçekleştirebilmemiz, ancak beyindeki nöronların olabildiğince verimli çalışmasıyla gerçekleşir. Aksonların miyelinle yalıtılması on beş yaşına ve hatta daha ileri dönemlere kadar hızla devam eder.


Spermle yumurtanın birleşmesinde elektrik yükü büyük önem taşır. Yumurta her zaman için eksi elektrik yüküne sahiptir. Spermler ise artı elektrik yüklüdür. Zıt yükler birbirini çektiği için yumurta da tüm spermleri kendine doğru çeker. Ancak yumurtanın içine girebilen ilk spermle birlikte elektrik yükü anında değişir. Artık yumurta da spermler gibi artı elektrik yüküne sahiptir. Aynı yükler birbirini ittiği için birleşme anından itibaren yumurta tüm spermleri itmeye başlar. Eğer yumurta ve spermlerin elektrik yükleri en baştan zıt değil de eşit olsaydı, o zaman yumurta, spermleri iter ve hiçbir sperm yumurtaya yaklaşamazdı. Görüldüğü gibi, tek bir yumurta ile spermin birleşmesinde dahi olağanüstü bir denge ve hesap bulunmaktadır.

Sperm ve yumurta olarak ifade edilen iki mikroskobik hücrenin birleşiminden böylesine kompleks bir sinir ağı ve kumanda merkezi oluşması bir yaratılış harikasıdır. Hücreler oluşur oluşmaz bilmedikleri bir yere doğru sadece kendilerine ilham edilen bilgiler doğrultusunda hareket ederler. Açıktır ki, beynin ve sinir sisteminin oluşumu sırasında yaşanan hiçbir olayın tesadüflerle meydana gelmesi mümkün değildir. Çünkü tek bir aşamadaki aksaklık, zincirleme olarak tüm sistemi bozacaktır. Nöronların meydana gelmesi ve bir sinir ağına dönüşmeleri beynin ve ona bağlı çalışan sinir sisteminin oluşum aşamalarından yalnızca bir tanesidir. Değil evrimcilerin iddia ettiği gibi beynin tamamının tesadüfen oluşması, tek bir nöronun bile rastlantılarla meydana gelmesi mümkün değildir. Oxford Üniversitesi Farmakoloji profesörü Susan Greenfield insanın yaratılışındaki bu olağanüstülüğü şöyle dile getirmektedir:

Döllenmiş tek yumurtanın bilinçli olmadığı açıktır, o halde bilinç aniden ne zaman ortaya çıkar? Ve bir cenin nasıl bilinçli olabilir? O halde bilinci ortaya çıkaran doğumun kendisi midir? Bu düşünceyi kabul etmek oldukça zordur, çünkü beyin doğum sürecinden hiç etkilenmez... Bir yanda, bir nöronun beynin doğru bölgesine giden tek yönlü gliyal rayından ne zaman ineceğini nasıl bildiği ve belirli bir devre içinde ekip kuracağı benzer nöronları nasıl tanıdığı gibi, çözülmesi gereken çok sayıda soru; diğer yanda ise, tam bir muamma olarak kalan daha genel bilmeceler var. Gelişmekte olan beynin içinde, bireysellik hangi aşamada filizleniyor? Nöron devreleri bireysel bir beynin yanı sıra bireysel bir bilinci nasıl ortaya çıkarıyor? Bir cenin neyin bilincinde olabilir?82

Nöronları bu özelliklerle yaratan, gerektiği anda gerektiği şekle sokan, gidecekleri yerlere onları tek tek yerleştiren sonsuz ilim sahibi Rabbimiz'dir. Herkes -bu gerçek üzerinde düşünse de düşünmese de- burada çok genel anlamda değindiğimiz aşamalardan geçerek yaratılmıştır. Daha kendisi şuurunda değilken, ihtiyacı olan tüm sistemler kendisi için bedeninde yaratılmıştır. Üstelik bunların oluşumunun yanısıra düzenli bir sistem olarak çalışmaları ile ilgili de hiçbir sorumluluğu yoktur. Vücudumuzdaki bu mükemmel düzen Rabbimiz'in üzerimizdeki rahmetinin sayısız örneğinden sadece bir tanesidir.


79. Science Vie, Mart 1995, no. 190, s. 88.
80. Gerald L. Schroeder, Tanrının Saklı Yüzü, Gelenek Yayınları, çev: Ahmet Ergenç, İstanbul, 2003, s. 118

0 yorum:

Yorum Gönder